Dilin Kökeni Serisi – İlk Söz – 1. Bölüm

Güney Somali kıyılarında, ufukta kaybolan balıkçı teknelerinin ardından gün doğumunu izlediğim bir sabah, deniz kıyısındaki kayalardan birine oturmuştum. Yanımda uzun yıllardan beri tanıdığım Somali’li arkadaşım Mustafa vardı. Konuşmayı geç öğrenmişti. Yıllarca kelimeler yerine gözleriyle anlatmıştı derdini. O sabah, dalga seslerine karışan sessizliğinde gizli bir şey fark ettim: Dilsizlik, bir eksiklik değil; belki de ilk dildir. Taşın, suyun, rüzgârın… henüz anlam yüklenmemiş saf seslerin dilidir bu. Ve insanlık, belki de bu dille başladı.

”Kendini bilmek, tüm bilgeliğin başlangıcıdır.”
-Aristoteles

Dilin kökenine inmek; yalnızca kelimelerin doğuşunu değil, insanın anlamla kurduğu ilişkiyi de keşfetmektir. Paleolitik Çağ’ın sisli dönemlerinde, Homo habilis’in elleriyle şekil verdiği taşlar, sadece araç değil; aynı zamanda anlatım biçimiydi. Homo erectus’un çıkardığı ilk anlamlı sesler, yalnızca hayatta kalmak için değil, gruplaşmak, aidiyet kurmak, düşünceyi aktarmak içindi. Bugün kullandığımız diller; yüz binlerce yıllık evrimin, kültürün ve bilinç sıçramalarının izlerini taşır. Beynimiz büyüdükçe, düşüncelerimiz karmaşıklaştı; ses sistemimiz çeşitlendi. Ve bir gün, sesler birleşti, ritim kazandı, biçimlendi… işte o anda kelime doğdu. Kelimeler önce yalnızca yönlendirme, uyarı, paylaşım amaçlıydı; sonra kutsallaştı, kurallaştı ve sonunda kimliğe dönüştü. Mağara resimlerinden Göbeklitepe’ye, runik sembollerden Orhun Yazıtları’na kadar uzanan bu izler, insanın her çağda ve her coğrafyada kendini anlatma çabasıyla var oldu. Çünkü anlatmak, varlığın kanıtıdır. Sessiz kalmak ise unutulmakla eşdeğerdir. Anadolu’da bir köy kadını, torununa “yel çıkacak, başını ört” dediğinde, bu yalnızca bir uyarı değil; bin yıllık bir kültürel hafızanın aktarımıdır. Uganda’da asker arkadaşımla yaptığım bir sohbette, yerel dillerinde bir kelimenin başka hiçbir dile çevrilemeyecek bir ruh hâlini taşıdığını anlattığında, dilin ne kadar kimliğe bağlı olduğunu anladım. Dilin evrimi, aynı zamanda insanın evrimidir. Çünkü dil sadece bir araç değil; bilinçtir, bellektir, bağdır. İfade edemediklerimizle değil, ifade ettiklerimizle inşa ettik dünyayı. Bu yüzden her kelime bir taştır, bir köprü ayağıdır, bir kazı alanıdır.

Bu yazı dizisinde; mağara duvarlarına çizilen ilk anlatılardan, günümüz sosyal medyasındaki iletişim kalıplarına kadar uzanan bir yolculuğa çıkıyoruz. Hep birlikte bir dilin doğuşuna, kayboluşuna ya da dönüşümüne tanıklık edeceğiz.
Yolculuk burada bitmiyor…

Her kelimenin ardında saklı bir geçmiş, her sessizliğin içinde yankılanan bir anlam vardır.
Bir sonraki keşifte yeniden buluşmak üzere…

Araştırmacı Yazar : Önder Çeliktaş

Similar Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir