Sesin Gölgesinde Gizli Kimlikler
Sosyal medyada ya da çevrenizde çeşitli lehçeleri olan insanları mutlaka gözlemlemişsinizdir. Bazı diller kulağınıza hoş gelirken bazıları size yabancı, hatta anlaşılmaz gelmiş olabilir. Aynı dili konuştuğunu sandığınız kişiler arasında bile, bazen tek kelimesini dahi anlayamadığınız konuşmalar duyarsınız. İçinizden “Acaba bu da Türkçe mi?” diye geçirdiğiniz o anlar, aslında dilin yalnızca ses değil; aynı zamanda kültür, hafıza ve aidiyet olduğunu fark ettiğiniz anlardır.
Peki hiç düşündünüz mü? Zaten bu kadar çok dil varken, bir de üzerine bu kadar lehçe, ağız, deyim, yerel ifade biçimi neden var? İşte bu yazıda, yalnızca dilin yapısal özelliklerine değil; sesin, kimliği nasıl taşıdığına, hafızada nasıl yer ettiği ve kültürel sürekliliğin nasıl bir yolla aktarıldığına birlikte bakacağız. Çünkü her ağız bir izdir, her lehçe bir halkın ruhunun yankısıdır.
Dilin İçinde Saklı Yollar: Kavramsal Katmanlar
Bir dili anlamak, sadece o dilin sözlüğüne bakmakla mümkün değildir. Dil, içinden binlerce yol geçen bir harita gibidir. Ana gövdesi bellidir ama bu gövdeden çıkan her dal, bir coğrafyanın, bir halkın, bir mevsimin sesini taşır. Bu nedenle dil, asla tekil değildir. Onun içinde lehçeler, ağızlar ve yerel ifadeler bir arada yaşar.
Lehçe: Bir dilin tarihsel olarak dallanmış, kendi başına evrim geçirmiş kollarıdır. Gramer yapısı, kelime dağarcığı ve ses özellikleri ana dilden çok farklı olabilir. Örneğin Oğuzca, Kıpçakça gibi Türkçe’nin tarihî lehçeleri, farklı toplulukların izlerini taşır.
Ağız: Aynı dilin farklı bölgelerdeki telaffuz biçimidir. Karadeniz’de “geliyom” diyenle İç Anadolu’da “gelirem” diyen aynı dili konuşur ama farklı melodilerle. Bu fark yalnızca fonetik değil, aynı zamanda kültürel bağlamı da gösterir.
Yerel İfade Biçimleri: Akademik sınıflamaların dışında kalan ama halk dilinde çokça karşılaşılan özgün anlatım kalıplarıdır. Bunlar çoğunlukla sadece yaşlılarca bilinir ve belirli bir coğrafyaya özgüdür. Örneğin “bastığın yeri yedi kuşak bilir evladım” gibi sözler, yalnızca bir uyarı değil; geçmişten gelen bir ruh hâlinin taşıyıcısıdır.
Göçle Taşınan Sesler, Coğrafyayla Biçimlenen Kimlikler
Dilin değişimi sadece kelimelerle değil, göçlerle, savaşlarla, dağlarla, nehirlerle şekillenir. Coğrafya ne kadar engebeliyse, dil o kadar çeşitlidir. Ulaşımın zor olduğu bölgelerde, diller daha hızlı ayrışır. Bu nedenle, Karadeniz yaylalarında, Doğu Anadolu köylerinde, Mezopotamya’nın verimli hilalinde duyulan sesler; yalnızca sözcük değil, binlerce yılın göç hafızasıdır.
Örneğin bazı Anadolu ağızlarında hâlâ Orta Asya izlerine rastlanır. Ya da Toroslar’da yaşayan bir yörük kadınının dilinde Arapçayla iç içe geçmiş eski Türkçe ifadeler duyulur. Bu durum bize şunu gösterir: Dil, yalnızca iletişim aracı değil; kimliğin yeryüzüne bıraktığı bir izdir. Ve bu iz, bazen bir kelimede değil, bir sesin vurgusunda gizlidir.
Sessizlikte Saklı Sözler: Ağızların Hafızası
Dil, yazıdan önce vardı. Ve yazı, yalnızca dilin bir gölgesidir. Sözlü kültür, hâlâ birçok toplumda yaşar. Yazıya dökülemeyen duygular, ağızlarda fısıldanır. Kimi zaman bir hırıltı, bir “hıh”, bir “haa” sesi, bir metnin anlatamayacağı kadar çok şeyi anlatır. Bir annenin çocuğuna verdiği uyarı, bir ninenin dua niyetine söylediği beddua ya da bir çobanın rüzgâr yönüne bakarak çıkardığı ses… bunlar sözlüklerde yoktur ama bellekte vardır.
Lehçeler ve ağızlar, yalnızca ses farklılıkları değil; aynı zamanda duygunun, aidiyetin, korkunun ve sevincin dile düşmüş hâlidir. Bu nedenle her ses, her ifade, bir halkın duygusal haritasını da taşır.
Kaybolan Sesler, Sessizleşen Kimlikler
Modernleşme ile birlikte yerel lehçeler ve ağızlar, hızla siliniyor. Gençler dedelerinin kelimelerini bilmiyor. Bazılarıysa utanıyor, konuşmaktan çekiniyor. Oysa bu sesler, bir halkın kendiyle kurduğu ilişkinin kökleridir. Eğer bu sesleri kaybedersek, kimliğimizin bir kısmı da sessizleşir. Çünkü bazen bir halkı anlamak için tarihini değil, çocuklarının nasıl seslendiğini dinlemek gerekir.
Dil, yalnızca ne söylediğimiz değil; nasıl söylediğimizdir. Ve bu “nasıl”, bazen bir kelimeden çok daha fazlasını anlatır. Sessizliğin içindeki tonlama, göz ucuyla söylenen bir kelime ya da dudaktan çıkan hafif bir melodi… bunlar halkların hafızasıdır.
Yazar & Yazı Editörü: Önder ÇELİKTAŞ
Her lehçe bir köktür, her ağız bir gövdedir; halkların kimliği ise bu seslerin gölgesinde yaşar.