Paleopaganizm – Rüzgârın Sırrı: Görünmeyenin Fısıltısı
Rüzgârı göremezsin ama yönünü bilirsin. Ne zaman esmeye başlayacağı belli değildir, ama geldiğinde kendini unutturmaz. Bir yaprağı uçurur, bir dalı sallandırır, bir yüzü serinletir. Belki de bu yüzden, ilk insanlar için rüzgâr yalnızca bir hava hareketi değil; varlıkların, ruhların ve görünmeyen güçlerin sesi olarak anlaşılmıştır. Paleopagan dünyada rüzgâr, duyularla algılanan bir doğa olayı değil; ruhsal bir varlıktır. Sessizliği bozan, ama kendisi sessiz kalan bir bilinç…
Birçok animistik gelenekte rüzgâr, ruhun sembolüdür. Bu, yalnızca metaforik değil; doğrudan inançla örülmüş bir sembolizmdir. Antik Mezopotamya’da “Lil” kelimesi hem rüzgâr hem de ruh anlamına gelirken, Eski İbranice’de “Ruah” hem Tanrı’nın nefesi hem de rüzgâr demektir. Bu dilsel paralellikler tesadüf değil, doğa olaylarının doğrudan spiritüel anlamlarla iç içe geçtiği düşünsel bir haritanın izleridir. Rüzgâr, bu haritada yalnızca bir yön değil; bir geçittir.
Uganda’da yaşlı bir kadından duyduğum şu cümle hâlâ kulağımda yankılanır: “Omuyaga gugamba ng’ate wali omuntu atemera.” – Rüzgâr konuşur ama sadece yüreği açık olan duyar. Bu ifade, rüzgârın fiziksel değil ruhsal bir mesaj taşıdığına dair inancı özetliyordu. Kadın, sabah rüzgârının yönünü izliyor, ağaçların yapraklarına bakarak o gün hangi çocuğun huysuz olacağını tahmin ediyordu. Ona göre, bazı rüzgârlar çocukları rahatsız ederdi; çünkü onlar henüz rüzgârın diline alışık olmayan ruhlardı.
Güney Sibirya’da yaptığım bir gözlemde, bir şaman ayin sırasında kuzeybatıdan gelen rüzgâra doğru eğilip üç kez nefes verdi. Sonra elini kalbine götürüp şöyle fısıldadı: “Sen gelmeden önce ben vardım, ama sen gelince ben duymaya başladım.” Bu küçük ritüel, rüzgârla temas kurmayı değil; rüzgârın farkındalığını taşıyan biri olmayı simgeliyordu. Çünkü animistik bilinçte önemli olan doğayı kontrol etmek değil, onunla ortak bir hafıza kurmaktır.
Rüzgâr, aynı zamanda geçişlerin bekçisidir. Doğumda ilk alınan nefes, ölümde verilen son soluk… Bu iki an arasında geçen yaşam da aslında bir tür rüzgâr gibidir. An gelir bir bakışı savurur, an gelir bir kararı değiştirir. Bu yüzden birçok kadim kültürde ölen kişinin ardından pencereler açılır. Ruhun özgürce uçabilmesi, rüzgârla yola çıkabilmesi için…
Mitolojilerde de rüzgâr, haberci ya da taşıyıcı rolündedir. Antik Yunan’da Anemoi olarak bilinen rüzgâr tanrıları, doğrudan tanrıların iradesini taşıyan figürlerdi. Boreas, kuzeyden gelen sert kış rüzgârıdır; Notus, güneyin fırtına habercisidir. Japon Şinto geleneğinde ise Fūjin, rüzgâr tanrısıdır ama aynı zamanda savaşlarda göksel güçleri yönlendiren bir varlık olarak görülür. Tüm bu anlatılarda ortak olan şey: rüzgârın görünmez ama yön verici bir güç oluşudur.
Modern dünyada rüzgâr, meteorolojik verilerle tanımlanır: sıcaklık farkı, basınç dağılımı, akım yönü… Oysa paleopagan düşüncede rüzgârın yönü yalnızca coğrafi değil, ruhsaldır. Örneğin Tibet’te bazı keşişler meditasyon sırasında belli yönlerden esen rüzgârı kutsal olarak tanımlar; doğudan gelen esinti sezgiyi, batıdan gelen ise bilgeliği temsil eder. Aynı şekilde Orta Asya Türk halklarında da doğudan esen ilkbahar rüzgârı “canın uyanışı” anlamına gelirken, batıdan esen rüzgâr “geçmişin ruhlarının ziyareti” olarak kabul edilir.
Bu animistik okumaların hepsinde ortak olan bir şey var: rüzgâr bir mesajdır, ama herkes için değil. Sadece dikkatle bakanlar, sessizliği dinleyenler, yaprakların titreyişinden bir anlam çıkarmaya çalışanlar için… Belki de bu yüzden, rüzgârla konuşanlar nadirdir. Ama doğaya ruhla bakanlar için, rüzgâr asla susmaz.
Etiyopya’nın kuzeyindeki bir tepenin yamacında, yaşlı bir adam rüzgâr yönüne göre taşları dizdiği bir çember oluşturmuştu. Ona göre, her yönden gelen rüzgârın bir adı, bir sesi ve bir etkisi vardı. Ona, “Neden batıdan gelen rüzgârı içeri almıyorsun?” diye sordum. Gülümsedi ve dedi ki: “Çünkü o, geçmişi getirir. Bu ev yeni kararlar için kuruldu.” Bu kısa cevap, rüzgârın yalnızca doğa değil, zamanla da ilişkilendirildiğini gösteriyordu. Rüzgâr, anı değil, yönü getirir.
Bugünün insanı için rüzgâr bir tehlike, bir güç ya da bir enerji kaynağı olabilir. Ama onun taşıdığı anlamı duyabilmek, başka bir bilinç hâli gerektirir. Rüzgârı sadece hisseden değil; dinleyen, ona kulak veren biri olmak… işte bu, paleopagan bir tutumdur. Çünkü bu yaklaşım, doğaya yukarıdan bakmaz; onunla yan yana yürür.
Bir gün sen de bir kır yolunda yürürken ansızın esen rüzgârla duraksarsan, bil ki o sadece bir serinlik değil; belki de sana doğru yönelen bir varlık, bir mesaj, bir bilinçtir. Yüzünü ona dön. Gözlerini kapat. Belki söyleyecekleri vardır. Belki yalnızca seni hatırlıyordur. Belki de seni kendine çağırıyordur. Çünkü rüzgâr, sadece geçip gitmez. Bazen geri getirir… seni bile.
Yazar & Yazı Editörü: Önder ÇELİKTAŞ
Rüzgâr görünmezdir, ama yön verir. Belki de ruh dediğimiz şey, tam olarak budur: görünmeyen ama yön belirleyen bir esinti…