Paleopaganizm – Ay’ın Ruhu: Döngülerin Annesi
Ay, sadece gökyüzünde dönen bir taş değildir. O, zamanın kalbidir. Ritim, döngü ve sessiz bilgelik… bunların hepsi ayla özdeşleşmiştir. Paleopagan inançlarda ay, ruh taşıyan gök cisimleri arasında en yakını ve en içselidir. Güneş göz alır, ama ay içe bakar. Ay ışığında yalnızlık değil, sezgi belirir. Bu yüzden ay, yalnızca gökte değil, insanın içinde döner.
Kadim topluluklar zamanı güneşle değil, ayla ölçtüler. Ayın döngüleriyle ritüellerini, ekimlerini, doğumlarını, yaslarını ve dualarını belirlediler. Ay, doğa inançlarının en sabırlı rehberidir. O değişirken bile sadıktır. Her dönüşü, bir hatırlayış; her kayboluşu, bir içe çekiliştir. Bu yüzden ona sadece bakılmaz. Onunla birlikte hissedilir.
Türkiye’nin doğu köylerinden birinde, dolunay gecesi bir kadının pencerede sessizce oturduğunu fark ettim. Hiçbir şey söylemeden gökyüzüne bakıyor, ellerini dizlerine koymuş, neredeyse nefesini bile tutuyordu. Sonra bana dönüp sadece şunu fısıldadı: “Anne gibi bakıyor bu gece.” İşte bu, paleopagan bilinçtir. Ay’a sadece şekil değil; ruh yüklenmiştir.
Ay’ın dişil doğası, birçok kültürde onu ana tanrıçayla özdeşleştirir. Yunan mitolojisinde Selene, geceyi yöneten tanrıçadır. Artemis ise doğa ve hayvanların koruyucusu olarak ayla temsil edilir. Mezopotamya’da Ay tanrısı “Sin” çoğunlukla erkek olarak tasvir edilse de onun “gizli ve sezgisel” karakteri ayın ruhunu kadınsı bir biçimde taşır. Çin’de Chang’e, ölümsüzlüğü taşıyan ay tanrıçasıdır. Tüm bu mitlerde ortak olan şey, ayın değişen ama kaybolmayan varlığıdır.
Ay, özellikle kadınlar için döngünün simgesidir. Regl, hamilelik, doğum ve doğum sonrası… hepsi ayın döngüleriyle birlikte akar. Bazı köylerde hâlâ dolunay gecesi suyla konuşulmaz, çünkü “su ayı yansıtır, ay da insanı.” Bu yansıma, yalnızca görüntü değil; ruhun aynalanmasıdır. Ay suya düşerse, insan kendine döner.
Paleopagan şamanlar, ayın evrelerine göre farklı ritüeller yapar. Yeni ay, başlangıçların ve dileklerin zamanıdır. İlk dördün, hareketin ve planlamanın. Dolunay, iç görü ve arınmanın. Son dördün ise vedaların, kapanışların. Bu döngü, doğayla eş zamanlı yaşamak isteyenler için bir pusuladır. Ve bu pusula, gökyüzüne değil; içe bakmayı öğretir.
Modern yaşamda takvimler dijital, zaman lineer ve gece aydınlatmalı olduğu için ayın dönüşleri artık çok az hissediliyor. Oysa Anadolu’da hâlâ bazı köylerde “ayın 14’ü” karanlıkta dua etmek için seçilir. Bazı kadınlar, dolunay gecesi yalnız yürüyüşe çıkar. Bazı yaşlılar, hilal çıktığında iç çekip “daha çok var” der. Çünkü ay, yalnızca göğe değil, bekleyişe de hükmeder.
Ay ışığında yürümek, sadece fiziksel bir hareket değil; ruhsal bir temastır. Ay sessizdir ama fark edilir. Işığı göz kamaştırmaz ama yoldan sapmanı da engellemez. Kimi zaman ay sadece aydınlatmaz; hatırlatır. Geçmişi, unuttuğun niyetleri, kurduğun ama unuttuğun hayalleri… Ve bazen de sadece seni kendine çağırır.
Dünya mitolojilerinde ay aynı zamanda kehanetle ilişkilidir. Keltler, dolunay gecesi taşlara su damlatır ve yansımaları okurlardı. Tibet’te meditasyonlar dolunayda yoğunlaştırılır. Japonya’da ise ay izleme festivali “Tsukimi”, hem estetik hem ruhsal bir hatırlayıştır. Ay, gökyüzünün yavaş atan kalbidir. Ve o kalbin ritmi, unutanlara zamanı yeniden öğretir.
Sen bir gece ay ışığında yürürken gölgene bakarsan, aslında kendi iç sesini duyarsın. O sessizlikte, ayın fısıltısını duyabilenler için dönüş başlar. Çünkü ay, görünmeyenin annesidir. Döngülerin başlangıcı da, sonu da onun izinde şekillenir. Ve onun ışığında yürüyen, hep kendine yaklaşır.
Yazar & Yazı Editörü: Önder ÇELİKTAŞ
Ay kaybolmaz, sadece gizlenir. Onun ışığında yürüyen, karanlıktan korkmaz. Çünkü döngüler bilir ki, her kayboluş bir dönüşün habercisidir.