Paleopaganizm – Mevsimlerin Dili: Zamanla Konuşmak
Zamanı saatlerle ölçmeden önce insanlar gökyüzüne, toprağın sesine ve hayvanların davranışına bakarak yaşardı. Mevsimler yalnızca bir doğa olayı değil, ruhun dönüşüm kapılarıydı. İlkbahar doğumdu, yaz açılım, sonbahar içe dönüş, kış ise ölüm değil; sessizlikti. Paleopagan inançlar bu döngüleri yalnızca gözlemlemedi, aynı zamanda dinledi. Mevsimlerle konuşmak, doğanın takvimine göre yaşamak demekti.
Karadeniz yaylalarında ilk cemre düştüğünde büyüklerin sessizce göğe baktığına çok kez şahit oldum. Hiçbir şey söylemeden… sadece durarak. Çünkü ilk cemre, doğanın “uyandım” deyişidir. Ve o an, insanlar doğaya bakmak yerine onunla birlikte uyanmayı seçer.
Döngünün Ritmi: Takvimden Önce Gelen Zaman
Paleopagan halklar için takvim, gökyüzünde yazılıydı. Ayın evreleri, Güneş’in yükseldiği yer, kuşların yönü, ağaçların kabuğu… Bunlar birer zaman göstergesiydi. Özellikle Kelt, Germen, Slav ve Türk halklarında mevsimsel geçişler, özel ritüellerle kutsanırdı.
İlkbaharda Beltane, yaz ortasında Litha, sonbaharda Mabon ve kış başlangıcında Yule… Bunlar yalnızca festivaller değil; doğa ile kurulan sözsüz anlaşmalardı. Anadolu’da Hıdırellez, Nevruz ya da Koç Katımı gibi gelenekler hâlâ bu döngülerin halk hafızasındaki izlerini taşıyor.
Bitlis’te baharın gelişini beklerken yaşlı bir kadının toprağa eğilip şöyle fısıldadığını duymuştum: “Artık yürüyebilirsin…” Bu sözün kimi söylediği belli değildi. Belki toprağa, belki ruha, belki kendi içindeki başka bir şeye. Ama mesaj açıktı: Zaman geldi. Ve doğa zamanı ilan ettiğinde insan yalnızca ona eşlik eder.
Zamanı Hissetmek: İçsel Takvimin Kapısı
Modern insan zamanı parçalayarak anlamaya çalıştı: dakikalar, saatler, günler… Ama paleopagan bilinç zamanı yaşayarak anlamaya çalıştı. Bir dalın tomurcuklanması, bir göçmen kuşun ötüşü ya da gökyüzündeki bir yıldızın doğuşu… Bunlar takvimden çok daha doğru sinyallerdi.
Zamanı sezmek, aslında içsel ritimle dışsal döngüyü eşleştirmekti. Şamanlar ve bilge kişiler bu dengeyi kurduklarında, yalnızca mevsimlerle değil; doğrudan doğanın ruhuyla konuşurlardı. Ruhsal açılımın, kapanmanın, yeniden doğuşun zamanları… Her biri bir mevsime denk gelirdi. İçimizdeki kış, dışarıdakiyle aynı anda biterse; işte o zaman doğayla bir oluruz.
Mevsimlerin dilini duymak için yeni bir kulak gerekmez. Yalnızca biraz sessizlik, biraz durmak, biraz hatırlamak yeter. Çünkü doğa hâlâ konuşuyor. Biz hâlâ dinleyebiliriz. Zamanla, zamanın kendisiyle konuşabiliriz.
Yazar & Yazı Editörü: Önder ÇELİKTAŞ
Zaman yalnızca geçmez; bazen çağırır. Mevsim, kapıyı çalmaz… içimizde açılır.