Paleopaganizm – Ruhla Yağmura Bakmak
Bir kabilenin inançlarını anlamak için onların tanrılarını sormak yetmez; göğe nasıl baktıklarını, neye saygı duyduklarını ve toprağa ayak bastıklarında ne hissettiklerini de bilmek gerekir. Uganda’da, henüz ilkel ama şaşırtıcı bir zarafete sahip bir köyde yaşlı bir adam bana şunu söylemişti: “Enkuba tekejja nga ensi esunguwadde.” (Toprak kızarsa yağmur gelmez.) Bu cümlede bir ceza değil, bir denge vardı. Paleopagan toplumlar için doğa bir güç değil, bir varlıktır. Kimi zaman anne, kimi zaman gözeten bir atadır. Belki de bu yüzden, onların doğaya duyduğu saygı bir korkudan değil, bir akrabalıktan doğar.
Paleopaganizm, insanın doğaya yalnızca bir kaynak ya da düşman değil, bilinçli bir bütün olarak yaklaştığı en eski inanç biçimidir. Bu sistemde dogmalar, tapınaklar ya da yazılı kutsal metinler yoktur. Doğa, zaten açık bir kitaptır. Rüzgârın yönü, yağmurun kokusu, hayvanların davranışı… Bunların hepsi hem mesajdır hem de mesajı taşıyandır. İnsan, bu düzenin içinde kutsalın yalnızca izleyicisi değil, aynı zamanda taşıyıcısıdır.
Mircea Eliade’nin kozmik dinler olarak tanımladığı ilkel inanç biçimleri, aslında birer yaşam biçimidir. Din, burada bir sistem değil; bir hissediştir. Gök gürlediğinde korkulmaz, anlaşılmaya çalışılır. Ay dolunaydayken dua edilmez, sadece sessizlikle gözlemlenir. Çünkü kutsal, insanın içindedir; doğada yankılanan bir bilinç olarak var olur.
Bizzat gözlemlediğim Etiyopya’daki bir dağ köyünde, bir kadının doğum sonrası bebeğini toprağa yatırmadan önce yaptığı toprakla konuşma ritüeline tanık oldum. Dualar değil, sorular fısıldıyordu: “ይህን ሕፃን ትቀበል?” (Bu çocuğu kabul eder misin?)… Bu bana, doğanın yalnızca bir unsur değil, karar verici bir varlık olarak görüldüğü inanç derinliğini gösterdi.
Paleopagan insan, doğayı yalnızca anlamaya değil, onunla uyum içinde yaşamaya çalışır. Bugünün modern insanı için doğa, genellikle “denetlenmesi gereken bir güç” olarak görülüyor. Ancak paleopagan bilinçte doğa, denetimin değil ilişkinin merkezindedir. İnsan, suyu yönlendirmek yerine suya kulak verir. Rüzgârın önüne set çekmek yerine rüzgârla yaşanır. Bu, bir teslimiyet değil; bir iletişim biçimidir.
Günümüz dinlerinin temel ritüellerine bakıldığında —ateşle arınma, suyla temizlenme, toprağa adak bırakma— tüm bu pratiklerin paleopagan kökenleri çok net biçimde ortaya çıkar. Aslında modern dinler, doğanın ruhundan doğmuş, sonra onu şekillendirmiştir. Kökleri toprakta ama dalları göğe uzanan bu inanç ağacı, önce doğayla konuşmayı öğrenmiş, sonra tanrılarla.
Paleopaganizmin ruhsal doğa algısı, günümüzde “kayıp bir bilinç” gibi görünüyor. Ama kaybolmadı; sadece derinlere çekildi. Belki bir köy kadınının susarak izlediği ayda, belki bir çocuğun suya dokunurken fısıldadığı cümlede yaşıyor. Belki de hâlâ, birileri bir yerde yağmura bakıyor… ruhla birlikte.
Yazar & Yazı Editörü: Önder ÇELİKTAŞ
Doğanın diliyle konuşmayı unutan insan, kendi sesini de yitirir. Belki de yağmur, hâlâ bizi bekliyor… anlayalım diye değil, dinleyelim diye.