Şamanizm – Şamanın Doğuşu: Ruhla Çağrılmak
Bir şaman doğmaz; çağrılır. Ve bu çağrı, kulakla değil, ruhla duyulur. Bazılarına göre bir hastalıkla, bazılarına göre bir yıldırımla ya da bir rüyayla başlar her şey. Şaman olmanın ne mirasla ne eğitimle ilgisi vardır. O, seçilmez; alınır. Hem ataların hem ruhların elinden. Ve bazen bu alınış, dünya üzerindeki hiçbir şeyle kıyaslanamayacak kadar derindir.
Yıllar önce, Orta Anadolu’nun iç kesimlerinde konakladığım küçük bir Türkmen obasında yaşlı bir adam, bir gece ateş başında bana şöyle demişti: “Benim dedem, bir gece boyunca bağırmış. Ama acıyla değil, gökyüzüne. Sabah konuştuğunda artık başka biriydi. Gözleri dünyaya değil, içe bakıyordu.”
Bu adamın dedesi bir “şifacı” değil; halk arasında ‘sır taşıyan’ diye anılan biriydi. Ona herkes danışır ama kimse ona dokunmazdı. Bedenen aramızdaydı ama ruhu sanki başka yerdeydi. Bu anlatı, şamanların halk belleğinde nasıl özel bir konuma sahip olduğunu gösteriyor. Çünkü o insanlar, “deliyle veli arasında” bir çizgide yürür.
Ruhsal Kriz ya da Kutsal Hastalık?
Şaman olmanın başlangıcında çoğunlukla bir kriz yer alır. Bu kimi zaman fiziksel bir hastalık, kimi zaman psikolojik bir çöküş, kimi zaman ise şiddetli bir halüsinasyon sürecidir. Sibirya’da Evenk halkı bu durumu “ruh tarafından yıkanmak” olarak adlandırır. Şaman adayı bedenini kaybeder gibi olur ama sonunda yeni bir bilinçle uyanır.
Mircea Eliade bu olguya “kutsal hastalık” der. Modern psikiyatri ise dissosiyatif deneyimler olarak açıklar. Ancak burada önemli olan, toplumun bu krizi bir hastalık değil, bir dönüşüm olarak kabul etmesidir. Şaman adayı, bu krizle birlikte sıradan insanlardan ayrılır. Artık onun yolu içe, derine ve yukarıya doğrudur.
Moğolistan’da yapılan bir antropolojik saha çalışmasında, genç bir kızın aylar süren bir trans hâli yaşadığı ve sonunda eski bir şamanın adını yüksek sesle tekrar ederek uyandığı kaydedilmişti. Aile önce korkmuş, sonra bu ismin yıllar önce ölmüş bir ataya ait olduğunu öğrenmişti. Kız, onun ruhu tarafından çağrılmıştı.
Şamanın Seçilmesi Değil, Alınması
Totemik toplumlarda şaman, bir öğretmen tarafından eğitilmez. O genellikle yalnızca “ruhlar” tarafından eğitilir. Bu eğitimin dili rüyalar, imgeler, doğadaki karşılaşmalar ya da iç seslerdir. Örneğin Alaska Yupiklerinde, yeni şaman olacak kişinin uzun süre rüya içinde bir ayı tarafından kovalandığı ve sonunda onun tarafından yutulduğu anlatılır. Bu yutuluş, yeniden doğuştur.
Bu metafor, kadim inançlarda dönüşümün acıyla, teslimiyetle ve yeniden doğumla geldiğini gösterir. Şamanlar yalnızlığı sever çünkü yalnızlıkta, sesler belirginleşir. Rüzgârın içindeki mesaj, ateşin içindeki şekil, hayvanların davranışları… Bunların hepsi, görünmeyenin diliyle eğitici olur.
Türkiye’de köy kökenli bazı sözlü anlatımlarda da benzer izler bulunur. Karadeniz’in iç bölgelerinde yaşayan yaşlı bir kadın bana, gençliğinde sabah ezanıyla beraber duyduğu “bir sesin” onu hep dağlara yönlendirdiğini söylemişti. “O ses bana yabancı değildi ama benim de değildi” diyordu. Bu söz, şamanik çağrının hem dışsal hem içsel bir kaynak taşıdığını gösterir.
Şaman, toplum için bir köprü gibidir. Ruhların dünyası ile insanların arasında uzanır. Ama bu köprünün inşası kolay olmaz. Kimi zaman çocuklukta başlayan içe kapanıklık, sonra ergenlikte artan “anlam arayışı”, ardından gelen krizlerle şekillenir. Ve sonunda kişi, artık sıradan biri değildir. Görmeyle, duymayla, sezgiyle başka bir algıya geçmiştir.
Bugün modern dünyada hâlâ bu çağrıyı duyanlar var. Elbette onlar artık ormanda değil, apartmanlarda yaşıyor olabilir. Ama rüyalar aynı şekilde gelir. Sarsıntılar, anlam verilemeyen imgeler, doğayla kurulan tuhaf bağlar… Şaman çağrısı, modern zamana ayak uydurmuş ama doğasını yitirmemiştir.
Yazar & Yazı Editörü: Önder ÇELİKTAŞ
Şaman çağrısı, dış dünyada duyulmaz; içte yanıt bulur. Bazıları yalnızca yaşamı arar. Bazılarıysa yaşamın ötesinden gelen sesi…