Totemizm – Kutsal Av: Av Törenlerinin Ruhsal Katmanı

Araştırmacı Yazar: Önder ÇELİKTAŞ  |  Okuma Süresi: 12 dakika

Av, modern zihnin düşündüğü gibi sadece hayatta kalma eylemi değildir. Totemik kabilelerde av, aynı zamanda bir ruhsal ilişki biçimidir. Avcı, sadece hedef alan değil; rüya gören, izin isteyen, dua eden ve kimi zaman ağlayan bir figürdür. Çünkü her av, doğayla yapılan sözsüz bir anlaşmadır: “Eğer ruhun izin verirse, bedenini alacağım.”

Kahramanmaraş’ın kuzeyindeki dağ köylerinden birinde, yaşlı bir adamdan şu cümleyi duymuştum: “Ben geyik avına çıkmadan önce rüyamda onun gözlerini görürüm, bakmıyorsa gitmem.” Bu söz, avı bir savaş değil, bir karşılaşma olarak gören zihniyetin taşıyıcısıydı. Geyik burada yalnızca bir hayvan değil, ruhsal bir varlıktı.

Ruhun Teslimi: Avlanmanın İçsel İzni

Masa başı araştırmalarımda Algonquin, Inuit ve Lakota halklarının av ritüellerine dair metinleri incelerken şu ortak yapı dikkatimi çekti: av başlamadan önce av hayvanının ruhuna seslenilir, onun izni istenir ve avdan sonra da ruhsal bir teşekkür yapılırdı. Inuitlerde avcı, avladığı fok balığının başına bir deniz otu yerleştirerek “onu eve götürmeye” hazır olduğunu söylerdi. Bu, ölen bedenle değil; yaşayan ruhla yapılan bir barış anlaşması gibiydi.

Türkiye’de doğada geçirdiğim zamanlarda da benzer anlatılarla karşılaştım. Orta Karadeniz’in kırsalında yaşlı bir adamın tilki avından döndüğünde ağladığını gördüm. Sebebini sorduğumda sadece “o bana bakıyordu” dedi. Bu cümlede suçluluk yoktu. Bir tanışıklık vardı. Belki de o tilki, avcıyı çok daha derinden tanıyordu.

Ritüel ve Av: Toprakla Kurulan Sözleşme

Av eyleminin ruhsallaşması, sadece avcı ve hayvan arasında değil; insan ve toprak arasında da bir sözleşme yaratır. Kuzeydoğu Asya Şamanlarında avcı, avdan döndüğünde toprağa adak bırakır: kemik, tüy ya da ilk parçayı toprağa geri verir. Çünkü toprağın da hakkı vardır. Eğer toprak memnun kalmazsa, ruhlar da huzursuz olur. Bu anlayışta doğa, sadece yaşanılan değil; yanıt veren bir varlıktır.

Bu sözleşme Anadolu’da da hâlâ izini taşır. Yörükler arasında “av etiyle doğrudan ziyafet yapılmaz” geleneği vardır. Önce hayvanın ruhuna sessizce saygı gösterilir, bazı parçalar ateşe atılarak “dumanla göğe” sunulur. Bu bir arınmadır. Av sadece bedeni değil, ruhu da etkiler. Bu yüzden av sonrası susmak, anlatmamak, geceyi sessizlikle geçirmek yaygındır.

Maya ve Aztek toplumlarında ise av ritüelleri, tanrılara sunulan kan armağanlarıyla doğrudan bağlantılıydı. Ancak burada amaç ceza değil, dengeydi. Ruhlar alınır, ruhlara geri verilir. Av bir haktır ama aynı zamanda bir sorumluluktur.

Avcı Kimdir? Savaşçı mı, Ruh Çağırıcı mı?

Totemik topluluklarda avcı, erkek ya da kadın olabilir; ancak her zaman ruhsal donanıma sahiptir. Bazı kabilelerde “şaman-avcı” denilen figürler vardır. Bu kişiler yalnızca hayvanı izleyen değil, rüya gören, ruh çağıran, hayvanla ruhsal bağ kuran kişilerdir. Atalarının totem hayvanlarıyla içsel bağ kuran bu figürler, avın hem fiziksel hem ruhsal katmanında aktif rol oynarlar.

Türkiye’nin İç Anadolu kırsalında tanıştığım bir avcının duvarında, avladığı kurtların dişlerini değil; onların fotoğraflarını, notlarla birlikte asmış olduğunu gördüm. Her bir fotoğrafın altında hayvanın bulunduğu yer, mevsimi ve onunla ilgili hissettikleri yazılıydı. Av anı bir karşılaşma olarak kaydedilmişti. Bu bir arşiv değil; bir hafızaydı.

Bu yazının başında sorduğumuz soruya dönersek: av, gerçekten sadece hayatta kalmak mı? Hayır. Av, toprakla konuşmanın, ruhla anlaşmanın, ölümle barışmanın en kadim yollarından biridir. Ve bu yol, ancak içsel bir sessizlikle yürünebilir.


Yazar & Yazı Editörü: Önder ÇELİKTAŞ

Av, yalnızca bir son değil; bir dönüşümdür. Beden toprağa, ruh göğe, hikâye insana döner. Ve bu döngüde sessizlik, en büyük duadır.

Aynı Yolun Farklı Hikayeleri