Zamanın Kabuğundaki Ekşi Koku – 5.000 Yıllık Ekmek ve Kadim Ritüelin Sesi
Yazar: Önder Çeliktaş – Felsefik Seyyah
Eskişehir’in Seyitgazi ilçesindeki Küllüoba Höyüğü, binlerce yıl boyunca sessizliğe gömülmüş bir hafıza alanı gibidir. 2024 Eylül ayında burada yapılan kazılarda, toprak altından çıkan küçük, yanık bir parça… ilk bakışta sıradan bir kalıntı gibi görünse de, detaylar ortaya çıktıkça zamanın içinden gelen bir çağrıya dönüştü. Karbonlaşmış bu parça, 12-13 cm çapında, 2.5 cm kalınlığında ve yaklaşık 65 gram ağırlığında bir ekmekti. Radyokarbon analizleri, onu M.Ö. 3.300 yılına tarihlendiriyor—yani beş bin yıllık bir sessizliğin içinden gelen, hamurla yazılmış bir mesaj.
Bu somun, yalnızca bir yiyecek değil. Onun üzerindeki yanık izleri, içindeki tahıllar ve bulunduğu konum, bize bir şey anlatmak istiyor. Yapılan analizler gösteriyor ki; bu ekmek parçası, kasıtlı olarak kırılmış, ateşle kavrulmuş ve bir evin kapı eşiğine bırakılmış. Bu bir kaza değil. Bu, bilinçli bir bırakma hali. Belki bir dua, belki bir niyet, belki de bir adaktı. Yani, bu somun pişirilmemişti; hazırlanmıştı. Sadece doymak için değil, hatırlanmak için. Çünkü insanoğlu, tarih boyunca yalnızca karın doyurmadı, bilinç inşa etti. Ekmeği, o bilincin mayası yaptı.
Mikroskobik analizlerde, ekmeğin içinde emmer buğdayı yani gernik, mercimek tanecikleri ve doğal mayalanmaya işaret eden bitkisel izler bulundu. Bu içerikler, modern dünyada “ata tohumu” olarak tanımladığımız türler. Düşük glutenli, yüksek besin değerine sahip, bedenle uyumlu. Bu yönüyle yalnızca geçmişin değil, geleceğin de gıdası. İlginç olan ise, bu ekmeğin tamamen pişmiş, homojen ve yapısal olarak sağlam kalması. Bu, pişirme tekniklerinin ne kadar gelişmiş olduğunu ve mutfakla bilinç arasında nasıl bir bağ kurulduğunu gösteriyor. Çünkü insan yalnızca yemek yapmaz; bir anlam pişirir. Ve bu anlam, kimi zaman evin eşiğine bırakılır; kimi zaman bir çocuğun doğumu için hazırlanır; kimi zamansa doğanın ruhuna sunulur.
Kazıyı yöneten Prof. Dr. Murat Türkteki, bu bulgunun yalnızca mutfak alışkanlıklarına değil, bir inanç sistemine de ışık tuttuğunu ifade ediyor. Onun deyimiyle, bu parça mutfağımızın erzak kabındaki sıradan bir yiyecek değil; kültürel bir işaret, bir bilinç nesnesi. Çünkü o ekmek, yakılmadan da unutulabilirdi. Ama insanlar onu bilinçli olarak yakarak, bir geçiş nesnesi hâline getirdiler. Ateşle arındırılan, kapı eşiğine bırakılan bu hamur, artık yalnızca karbon değil; hatırlamanın simgesi.
Bu anlamlı bulgunun ardından, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi, halk ekmek tesislerinde bu ekmeği yeniden üretmeye karar verdi. Kavılca, mercimek ve bulgur unlarından, doğal maya ile pişirilen “Küllüoba Ekmeği”, her sabah yüzlerce kişi tarafından satın alınıyor. Bir zamanlar bir evin eşiğinde bereketi simgeleyen bu somun, bugün modern insanların elinde yeniden anlam kazanıyor. Belki de bu yüzden hemen tükeniyor. Çünkü insanlar yalnızca ekmeği değil, onun taşıdığı tarihi, duyguyu, bilinç kıvılcımını da satın alıyorlar. Her lokmada biraz geçmiş, biraz kutsal, biraz da ortak bir dil var.
Düşünün; beş bin yıl önce bir kadın, belki bir anne, belki bir şifacı, belki bir bilge, elleriyle bu hamuru yoğuruyor. Onunla konuşuyor. Ona bir anlam yüklüyor. Sonra onu ateşe veriyor ve evinin kapısına bırakıyor. Belki de bir çocuğun doğumuna, bir hastanın iyileşmesine ya da evin bolluğuna niyet ediyor. Ve şimdi, biz o ekmeğe bakarken sadece karbonlaşmış bir parça değil, insanlığın en derin arzularından birini görüyoruz: hatırlanmak, korunmak, ait olmak.
Bu keşif, yalnızca bir yemek kalıntısı değil; Anadolu’nun kadim topraklarında yankılanan bir insanlık çağrısıdır. Ve belki de ekmeğin kokusu, zamanın karanlığında unuttuğumuz bir şeyi bize hatırlatıyor: paylaşmak, yaşamaktır. Toprağın altındaki bu yanık parça, aslında insanın doğayla yaptığı en eski anlaşmalardan birinin tanığıdır.
Yeni yazılarda yeniden buluşmak dileğiyle…
Sevgiyle kalın.
Yazar & Yazı Editörü: Önder ÇELİKTAŞ
Her ekmek bir zaman kapsülüdür; ve biz onu paylaştığımızda, tarihi yeniden kurarız.